eat, love, pray...

evet evet biliyorum filmin adı bu değil. kelimeler aynı olsa da sıralamalar farklı.
herkesin sevme tarzı farklı. ben bunu böyle sevdim.
3 sene önce ismini hatırlamadığım bloggerlardan biri bu filmi izlediğini ve çok vasat olduğunu anlatmıştı. ben de başkasının söylediğini fazlasıyla önemseyen insanlardan olduğum için inanmış ve uzak durmuştum.
iş yapmak için oturduğum bilgisayarın başında ses olsun niyetiyle filmi açıp da, işi gücü bırakıp mini ruhani yolculuğa dalmamla başladı iç ses konuşmaya. baktım susturamıyorum, yaz da rahatla dedim. aldı sazı eline...

italya hep gitmek istediğim ve gitmeye kıyamadığım yer. gidip de "ay şurasını görelim, bunu da yiyelim, fotoğraf çekelim, eşe dosta hediyelik alışverişi yapalım"larla zaman geçirip tüketmek istemiyorum sanırım.

yani bir tiziano'nun önünde saatlerce oturup kendi meditasyonumu yapmak hatta sanat tarihi hocamın vaat ettiği gözyaşlarına kavuşmak dururken, San Lorenzo kilisesini gören bir tepeciğe, merdivene ve ya bir evin avlu duvarına oturup, saatlerce su akar deli bakar misali bakmak varken, hayranlığımı saklamadan ağzım açık boğazım kurumuş bir şekilde meydanın ortasında oturup devasa sütunlarını izlemek yerine güzel şeyleri görmeye beceremeden, geçip gitmekten korkuyorum.
entellektüel görünmek değil derdim. güzel şeylere bakmak istiyorum. bir kuşun kanadı, bir kedinin bıyığını görüp de mutlu olmaya çalışmaktan sıkıldım belki de.
bir memnuniyetsizlik içinde miyim, hayır.
hayatımdan, hayat ritmimin hızlanışından, bambaşka bir yerde bambaşka birşeyler için uğraşıyor olmaktan oldukça mazoşist bir zevk aldığımı açıkça söyleyebilirim. komik ama doğru.

sanırım farkındalık eşiğim yükseldikçe daha doğrusu öyle bir eşiğim olduğunu hatırladıkça kendimi arama serüvenimi ötelediğim gerçeğiyle yüzleşiyorum.
haydi alalım tütsüleri, matları kendimizi meditasyona ve yogaya vuralım.
yok o kadar olmadım, pişmedim daha. meditasyonu bir odaya taşımak yerine içime taşımayı becerebilsem yeter bana.

"yeterince iyi" olamamaktır benim genel sıkıntım. "yeterince iyi" bir evlat, eş, anne, yazar, çizer, kurgular, yönetir ve kazanır olamadığımdan hayıflanır dururum kendi kendime. hep daha iyisine ulaşmaktan ziyade iyi olmak yerine ortalama olduğumu düşünmekten kaynaklı hırsımtrak bir zayıflık hissediyorum hayatımın her alanında.

gectiğimiz ay meslek guru'mla tanıştım. güzel işler yapan, yaptıran, ödüller alan ve hayatına dair ödüllerini keşfederek yaşayan. ya da bana o izlenimi veren.
üniversitedeyken kristal elma ödül töreninde ne giyeceğimi bile tasarlayacak kadar hayalperest buna umutlanacak kadar da aptaldım. (ters orantı işte yaş ne kadar küçük, ego o kadar büyük.) o da bana bir gün Cannes'da giyeceği kıyafeti kafasında kurguladığını söyledi, laf arasında. Guru'cuğumla ortak bir nokta yakaladım ya, kendimi bir anda umut topaklarıyla bezenmiş hissettim.

"hani içinizdeki çocuğa sahip çıkın" diyorlar ya, sanırım bu cümleyi ben biraz yanlış anlamışım. anlayışımı oyuncak mütelası olup blythe bebeklerin momijilerin büyülü dünyasında kaybolup, boş zamanlarında animasyon filmler izleyerek, pamuk helva kaçamakları yapmakla sınırlamışım. yaş büyüdükçe egoyu fazla törpülemiş, umut topaklarını da biraz itelemiş olabilirim.

dağılmayalım.
demem o ki, akıp giden zaman ve hayata karşı yakalama, tutma uğraşlarında ziyade caddede trafik sıkış tıkış ilerlerken durmaya dair özlemlerim var. sabahları bazen evden erken çıkmayı başarabildiğimde menşur kahveciden filitre kahvemi almak için 3-5 adım fazla yürüyorum. o adımlar bana tatlı slow motion yaşatıyor ama sonra "iyyyvaaah,işe geç kaldım" diye speedy gonzales'e bağlanıveriyorum. aman koş, yakala, tüket, yorul, dinlen, uyan, koş, yakala, tüket, yorul… döngüye devam.

filme geri dönelim. julia roberts çok iyi bir aktris ve o koca ağzıyla çok güzel gülüyor.
film bitti.
aklımda kalan kareler
1- saçının röflesi ve bisiklete binişi ve kalbiyle, beyniyle ve ciğerleriyle gülümseyişi
2- spagetti
3- pizza ve bunlarken aldığı zevk.


her şeyi bırakın film bitti ve ben bunları yazıyorum.
hindistana gitmiş kadar oldum.
bir sonraki hedefim kendi italya'm.
gitmek de lazım ama bu ara gitmiş kadar olmak da beni keser :)

filmden bir replik;
"...bebek yapmak, suratının ortasına dövme yaptırmak gibidir. hayatını ona adamak zorundasındır."
hayatımı adadığım, öpmeye ve koklamaya doyamadığım böcükkomla gideriz belki ama çoook büyümesi lazım çoook :D

Yorumlar

Beniyisimi dedi ki…
Katılıyorummm :)

----------Oooo-----
-----------(----)------
------------\---(------
-------------\_)------
----oooO----------
----(----)-----------
-----)---/-------
-----(_/--------
Sayfada gezindim :)
Sevgiler..
Ay, ne tatli bir gezinti o oyle :)
Unknown dedi ki…
filmi bende merak ettim izlyeceğim
http://cocugumlaeglenirken.blogspot.com.tr bende bloğuma beklerim sevgiler
GeCe dedi ki…
Büyümesini bekleme ve erteleme öyle güzel uyum sağlıyorlar ki

Popüler Yayınlar